|
Şehrin
Ömrünün Uzunluğuyla İlgili Arkeolojik Kanıtlar
1. Surlar
2000 yılında, uzunluğu 7 kilometreyi bulan surlar ile yedi şehir kapısının
tamamen taştan inşa edilmiş olduğunu gösteren kesin kanıtlar elde edilmiştir
(Şekil 3
ve 4).
Surların tamamlanmış olduğu anlaşılmakla kalmamış, Kapadokya Kapısı'ndaki
dış kulelerin ön yüzlerinin, uzak bir ocaktan getirilen tek bir sıra kesme
kum taşı ile taçlandırıldığı görülmüştür (Şekil 5,
orta sağ kısım).
2003 yılında aynı kapının iç odasında yapılan kısmî temizlik çalışmaları,
yükseltilmiş ahşap bir döşeme içeren bir iç yapının varlığını gösteren
kanıtlar sunmuştur. Ayrıca, Kapadokya Kapısı iç geçit yüzeyinin önemli
ölçüde erozyona uğraması sonucu, buradaki kanalın kuzeybatı geçitidinin
yan duvarının altını oyma tehlikesini ortaya çıkardığı ve bu bölümün önlem
olarak kanal kenarı boyunca dizilen taşlarla yastıklandığı anlaşılmıştır
(Şekil 6).
Surların başka kısımlarında yapılan, gerektiğinde deneme kazıları ile
kanıtlanabilecek dikkatli gözlemler, sistemin tamamının uzun bir kullanım
süresi boyunca elden geçirilmesine ilişkin benzer kanıtlar sunduğunu göstermiştir.
Ne kadar
etkileyici görünürse görünsün ve ne kadar sağlam inşa edilmiş olursa olsun,
7 km uzunluğunda surları savunmak elbette lojistik sorunlar ortaya çıkarmıştır.
Bu bağlamda, sur içinde ve duvarın hemen arkasında kalınlığı değişmekle
birlikte hiç bir yerde 5,00 metrenin altına düşmeyen geniş bir açık alan
bırakıldığını hatırlamak yerinde olacaktır. Bu açıklık, savunma güçlerinin
surlarda düşman saldırısının yoğunlaştığı bölüme kaydırılmasına dayalı
askerî bir tasarımın parçasını olmalıdır. Eğer bu yorum doğruysa, bu "askerî
yolun" yüzeyinin hiç bir zaman atlı ya da arabalı süvarilere uygun biçimde
düzeltilmediğine işaret etmek yerinde olur. Fakat diğer yandan piyadeler
bir noktadan diğerine kolayca aktarılabilirdi
Böylece
inşa edilen surların yalnızca tamamlanmakla kalmayıp, kapılardaki kulelerin
tek bir sıra kum taşı ile taçlandırıldığı ve yok edilişlerinden önce bir
takım basit onarımlara maruz kaldıkları sonucuna ulaşılmıştır. Diğer yandan,
surların uzun batı kanadı boyunca yalnızca bir tek kapı bulunmasına rağmen,
özgün yedi kapılı sistemin ek girişlerle değiştirildiği yönünde hiç bir
kanıt bulunmamaktadır.
2. "Saray
Yapi Grubu" Stratigrafisi
Geçici
olarak "Saray Yapı Grubu" adını verdiğimiz alanda, (eski raporlarda Yapı
A olarak anılan) ölçek ve stil bakımından Kapadokya Kapısı'ndaki surları
andıran ve taş bir istinat duvarına dayalı büyük kulelerden oluşan özgün
savunma sisteminin, bir veya birden fazla büyük ölçekli tadilata maruz
kaldığı anlaşılmaktadır. Taş kaplı eğimli yüzey her iki taraftan delinerek,
kuzeyde Saray Yapı Grubu'nun kuzey duvarı inşa edilmiş, güneyde ise bir
dizi geniş teras (Yapı B) oluşturulmuştur. Yeni kazılan Saray Yapı Grubu
Anıtsal Girişi'nin (Şekil 7)
bu tabloya nasıl eklendiğini anlamak için ek kazılar gereklidir. Bugüne
dek elde edilen kanıtlar, bu Anıtsal Girişin Yapı B'den daha eski fakat
(daha önceki sezonlarda incelenen) "Kabul Salonu"ndan daha yeni olduğunu
göstermektedir. Her durumda, en az iki, belki de üç anıtsal ölçekli yapım
ve tadilat sürecinin varlığı anlaşılmaktadır. 2000 yılında yapılan kazılarda,
Yapı A'nın batısında bulunan C ve D yapıları konusunda da benzer nitelikte
kanıtlar elde edilmiştir. Burada da, bu iki yapının inşası ile şehri yok
eden yangın arasında büyük ölçekli değişiklikler yapıldığı düşünülmektedir.
3. Dendrokronoloji
2002
yılında Anıtsal Girişte 197 yıllık büyüme halkasına sahip bir kiriş parçası
bulunmuştur. 2003 yılında Prof. Kuniholm ve ekibi tarafından toplanan
diğer örneklerin, girişin inşasının tarihlendirilmesi konusunda yardımcı
olacağı umulmaktadır. Ön değerlendirmeler, ana kirişin kesiliş tarihinin
6. yüzyılın başında olabileceğini göstermektedir.
4. Şehir
Planı
Kerkenes'de
yürütülen jeofiziksel yüzey araştırması, Demir Çağı şehrinin tamamına
ait detaylı bir planın hazırlanmasını sağlamıştır. Son üç yılda elektrik
direnç yöntemiyle yürütülen çalışmalardan önemli sonuçlar elde edilmiştir.
Bu görsel malzemenin doğruluğu, 2003 yaz sezonunun ilk kısmında şehrin
merkezi bölümünde yürütülen ve yeri dikkatle seçilen kazı çalışmalarıyla
(Şekil 8)
kanıtlanmıştır. Açma TR06 ve TR07'de yapılan kazıların sonuçları, jeofiziksel
görüntülerin yorumlanmasının, özellikle de (açık bir sundurma ve merkezi
bir ocağı bulunduğu için) gerçek bir megaron olarak tanımlanan yapı konusundaki
değerlendirmelerin ne kadar isabetli olduğunu göstermiştir. Kazı yapılan
alanda, en gösterişlisi mevcut taş kaplı bir yüzeyi keserek inşa edilen
megaron , en az dört yapı dönemi bulunduğu saptanmıştır (Şekil 1).
Diğer yandan ne jeofiziksel görüntüler ne de kazı çalışmaları, yapıların
ömürlerini doldurduktan sonra harap olmaya terk edilip edilmediğini ya
da yangından önce yenilenip yenilenmediğini göstermektedir.
Bu durumda şehrin alçak kısımları için geçerli olmak üzere, yerleşimin
başlangıcı ile şehrin yok edilişi arasında geçen zaman, büyük miktarda
yapılaşma ve taş kaplı dış mekânlar üretilmesi için yeterli olmuşsa da,
tüm ek, genişleme ve tadilatları kapsayan tek bir yapı dönemi izlenmektedir.
Bu gözlem kısmen yeni yapıların inşası için her zaman eskileri yıkmaya
gereksinim duymadan yeterli alan sunan kent mekânının fiziksel genişliğinin
bir yansımasıdır; fakat aynı zamanda bu durum, - daha geniş kapsamlı bir
kazı çalışması yapılmadan anlaşılabildiği kadarıyla - yapıların yıkılması
ve yenilenmesine eskimelerinin neden olmadığını göstermektedir.
Şehrin
Kuruluş Tarihi ile İlgili Kanıtlar
1. Yazıtlar ve Kabartma Heykeller
2001 yılında Saray Yapı Grubu'nda yürütülen kazılarda bulunan üzerine
harf ya da harf-benzeri şekiller kazınmış seramik kaplar ile ilk kez 2002
yılında incelenen Kesme Taş Yapı'daki granit blokların iç yüzlerinde bulunan
işaret dizileri, Kerkenes'de alfabetik yazıların varlığı ile ilgili ilk
ipuçlarını sunmuştur. 2003 yılında bulunan, Saray Yapı Grubu'nda "Kabul
Salonu"nun önündeki geniş avlunun Anıtsal Giriş'inde bir zamanlar yer
alan bir ya da daha fazla sayıdaki kumtaşı anıta ait parçalar ise hiç
beklenmedik bir sürpriz olmuştur. Bu anıtların bir ya da daha çoğunun
üzerinde Eski Frig dilinde yazılar ile birlikte kanatlı aslanlar ve grifonlarla
insan biçimli figürlerden oluşan küçük ölçekli kabartma heykeller yer
almaktadır. Henüz tam olarak tarihlendirilmemiş olan (ne Neo-Hitit ne
de Akamenid özellikleri gösteren) bu yazıt ve kabartma heykeller için
stilistik gerekçeler göz önüne alınarak, M.Ö. 7. yüzyılın ortası ile 6.
yüzyılın ortası arasından daha geniş bir dönem önermek doğru görünmemektedir.
Yazıtların birinde bir ithaf yer almaktadır. Bir ya da daha fazla sayıda
anıtın üzerinde bu Frig yazılarının varlığı, bu ithafın yapıldığı tarihte
bir şekilde Med kontrolü altında olsun ya da olmasın, Pteria'nın Anadolu'ya
özgü karakterine işaret etmektedir. İnşa ediliş tarihleri ne olursa olsun
bu anıtların, şehrin yok edilişine kadar ayakta kalmış olması dikkat çekicidir.
Prof. Claude Brixhe tarafından yapılan ön incelemeler, yazıtın Frig karakterinde
olduğunu onaylamaktadır.
2.
Obje ve Seramikler
Gordion'un tahrip edilişinin yeni kanıtlarla 100 yıl kadar ileriye tarihlendirildiği
bu dönem, Anadolu arkeolojisi açısından sorunlu bir alan teşkil etmektedir.
Bir süredir Kerkenes'de ele geçen bazı seramik buluntular ile ok uçları
repertuvarının Gordion'daki Küçük Höyük'te bulunanlarla (yok ediliş tarihi
büyük olasılıkla Büyük Keyhüsrev'in M.Ö. 547 yılında buradan geçişine
tarihlenen) yakın benzerlik gösterdiği bilinmektedir. Bunlara ek olarak
Kerkenes'de, hiç biri güvenilir ana kaynaktan ele geçmiş olmamakla birlikte,
bir kaç parça parlak siyah cilalı ve kabartma ya da kazıma bezekli seramik
parçası bulunmuştur. (Mary Voigt ve Keith DeVries'den sözlü olarak öğrenildiği
üzere) 7. yüzyılın sonundan hemen önceye tarihlendiği düşünülen Gordion'da
Güney Kiler'de bunlarla yüzeysel de olsa benzerlik gösteren seramikler
bulunduğu halde, Gordion'daki başka hiç bir tümülüste bu tür seramiğe
rastlanmadığını belirtmek yerinde olacaktır.
Kerkenes'de bugün hala devam eden araştırma 1993 yılında başladığında,
sitin esas döneminin 8. yüzyıl içinde kalacağı ve (bugün artık hatalı
olduğu bilinmekle birlikte) o dönemde genel-geçer kabul gören kronolojik
şemalara göre, kültürel malzemenin çoğunun - ve özellikle de seramik buluntuların
- Kerkenes'den yalnızca 23 km uzaklıktaki Alişar'da ele geçen ve iyi tanınan
yerel repertuvarla ve özellikle de Alişar IV adıyla bilinen dönemle benzerlik
göstereceği düşünülmüştü. Alişar IV'ün tarihi konusunda bugünkü düşünceler,
Gordion'daki dönemlerin yeniden değerlendirilmesi ve Göllü Dağ'da son
yıllarda yürütülen çalışmaların sonuçları bağlamında değişmekle birlikte,
buna ait tartışmalar bu raporun kapsamı dışında kalmaktadır.
Kerkenes'de yeni araştırmalar kapsamında ele geçen iki fibula (Schmidt'in
1928 yılında bulduklarına ek olarak) yine Gordion ile benzerlik göstermekte
ve 6. yüzyıldan daha erken bir tarihi desteklemektedir. Kerkenes'in orta
aşağı kısmında yürütülen kazılarda bir kaç adet üç ayaklı taş çanak bulunmuştur.
Benzer çanaklara Gordion'daki Şehir Höyüğü ile şimdilik 7. yüzyılın sonuna
tarihlenen J Tümülüsü ve Midas Şehri'nde de rastlanmıştır.
Kerkenes'de bugüne dek bezeme amaçlı kaplama karosu ya da kiremit bulunmamıştır.
2003 sezonunun başında megaron olarak tanımlanan yapının yarısının ya
da Açma TR07'nin kazılması konusunda verilen karar kısmen, Gordion, Pazarlı
ve diğer sitlerde bulunan örnekler nedeniyle iyi tanınan pişmiş toprak
karo türleri eğer Kerkenes'de kullanıldıysa, bunlara büyük olasılıkla
bu yapıda rastlanabileceği düşüncesine dayanıyordu. Artık güvenle Kerkenes'de
bezeme amaçlı karoların kullanılmadığı iddia edilebilir. Bu gözlemin doğurduğu
kesin kronolojik önermeler başka bir tartışmanın konusudur; çünkü, bu
tür karoların Sardis ve Gordion'da kullanılan ilk örnekleri ile Frig Yaylalarında
bulunan ve karo kaplı cepheler ile kiremit kaplı çatılar betimleyen kaya
mezarlarının tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yine bu bağlamda Pazarlı'daki
sitin Kerkenes'den kuş uçuşu ile yalnızca 70 km uzaklıkta olduğu unutulmamalıdır.
Şehrin
Kuruluş Tarihi Konusundaki Sonuç
Büyük
ihtimalle Pteria olduğu düşünülen Kerkenes'deki şehrin kuruluşu ile 6.
yüzyıl ortalarında yok edilişi arasında ne kadar zaman geçtiğini kesin
olarak gösterebilecek kanıt bulunmamaktadır. Bu ara dönemde söylenebilecek
tek şey, şehrin kuruluş tarihini Asur'un çöküşünden sonraya sıkıştırmak
için iyi bir neden bulunmamakla birlikte, çok daha erken bir tarihe işaret
eden bir kanıta da rastlanmamış olduğudur.
Şehrin
Anadolu'ya Özgü; Nitelikleri
Kerkenes'de
tanımlanan Anadolu'ya özgü niteliklerin kısa bir özetini sunmanın yararlı
olabileceği düşünülmüştür.
1. Planlı
Dag Üzeri Yerleşimleri
1993 yılında başlayan araştırma öncesinde Kerkenes'in de, Kapadokya'nın
orta kısmında yer alan Göllü Dağ'daki çok yüksek ve özel yerleşimle benzerlikler
göstereceği düşünülmüştür. Prof. Schirmer'in de Göllü Dağ araştırmalarına
1993 yılında başlamış olması mutlu bir tesadüftür. Bugün artık iki sit
arasında, işlev ve tarihleri dahil, tek tek sayılması gereksiz pek çok
önemli fark bulunduğunu biliyoruz. Burada vurgulanmak istenen Göllü Dağ'ın,
sırtı izleyerek dağı çevreleyecek biçimde inşa edilmiş etkileyici büyüklükte
taş surları ile sur içinde kalan alanın dik açılı bir karolaj oluşturacak
şekilde tek elden planlanması açısından Kerkenes ile benzerlik gösterdiğidir.
Anadolu'nun merkezini oluşturan yüksek düzlüklerde yer alan diğer kent
merkezleri hakkında elimizde daha fazla bilgi olsaydı, belki de aralarında
en büyüğü olmakla birlikte Kerkenes'in, henüz çok az bilinen geleneksel
Anadolu Demir Çağı kent planlama ilkelerine uygun olduğu anlaşılabilirdi.
Bu geleneğin Erken Bronz Çağı'ndaki öncülleri arasında Hattuşa ile Ortaköy
(Šapinuwa) ve Kuşaklı (Sarrisa) başta olmak üzere diğer Hitit imparatorluk
merkezleri ele alınabilir. Gerçekten de Hattuša'nın genel görünümü Kerkenes
ile büyük benzerlik göstermektedir.
2. Savunma Sistemleri
Bir
önceki bölümde de anlatıldığı gibi Göllü Dağ'da şehri çevreleyen surlar,
kraterin sırtını izleyerek yerleştirilmeleri ve her sur kapısının çevresinin
topografyasından en verimli biçimde yararlanmak üzere ayrı ayrı planlanmış
olmaları da dahil bazı yönleriyle Kerkenes'dekilerle benzerlik göstermektedir.
Fakat Kerkenes'deki taş surların yapım tekniği, hem büyüklük hem de granit
taş kaplı eğimli yüzeylerin tasarımı bakımından (Şekil 10)
benzersizdir. Diğer yandan taş kaplı eğimli yüzeyler için en etkileyici
örnek devasa bir ölçeğe ulaşan Hattuša'nın Yukarı Şehri'nde bulunanlardır.
Benzer nitelik gösteren fakat daha az bilinen başka bir taş kaplı eğimli
yüzey örneği ise Boğazköy Südburg'daki Demir Çağı surlarıdır.
3. Suların
İdaresi
Kerkenes'deki
su kaynakları dikkatli bir biçimde idare edilmekteydi (Şekil 11).
Yüksek güney sırtında bulunan tabanı taş kaplı Sülük Gölü ile şehrin merkezinde
yer alan Büyük Göl'e ek olarak şehrin içinde ve dışında, genellikle gelişmiş
bir yatak yanı depolama sistemine sahip, pek çok rezervuar dizisine rastlanmıştır.
Bu rezervuarların çoğu, belki de tamamı, yağmurla beslenen yamaç akıntılarından
çok yeraltı suyu sızıntılarını biriktirmek için tasarlanmıştır. Yapay
havuzların yeraltı suyu sızıntısı ile beslendiğinin anlaşıldığı Bronz
Çağı Hattuša'sında da, Hititlilerin su idaresinde benzer sistemlerden
yararlandığı izlenmektedir.
4. Mimari
İki
megaron ya da merkezi ocaklı birer büyük oda ile birer açık sundurmadan
oluşan kırma çatılı iki yapının direnç yöntemi ile yüzey araştırması verilerinden
elde edilen görüntüler üzerinde tanımlanması ve bu yorumun Haziran 2003'te
kazılan açma TR06 sayesinde kanıtlanması, Kerkenes'de Batı Anadolu etkisi
konusunda tartışılmaz bir kanıt oluşturmaktadır (Şekil 1).
Bu sonuç 2002 yılında Kabul Salonu'nun kırma çatılı olduğu konusunda elde
edilen kanıtlar ile birlikte değerlendirilebilir. Fakat Saray Yapı Grubu
içinde ya da şehrin aşağı kısmında yer alan tüm yapıların kırma çatılı
olduğunu söylemek mümkün değildir. Saray Yapı Grubu içinde yer alan Kesme
Taş Yapı ve deneme açması TT19 ile şehir merkezinde yer alan deneme açması
TT16'da toprak ve sazdan yapılmış üst örtülere dair kanıtlar elde edilmiştir.
Fakat bu örneklerde bazı odaların üst katı ya da balkonu bulunması ve
tüm yapının saz örtülü kırma bir çatı ile örtülmüş olması mümkündür. Şehrin
kuzey ucunda 1996 yılında dikmeli bir salonu kısmen ortaya çıkaran deneme
açması TT15'te de, toprak ve saz örtülü düz bir dam ile ilgili kanıtlar
elde edilmiştir. Fakat Saray Yapı Grubu'nda elde edilen yeni kanıtlar,
şehrin kuzey ucundaki dikmeli salonların belki de iki katlı olabileceğini
düşündürmüş ve üst örtülerinin biçimi konusunda belirsizlik yaratmıştır.
Kerkenes'deki dikmeli salonların İran varlığını yansıtıp yansıtmadığı
konusu ise şimdilik kesin olarak bilinmediğinden cevapsız bırakılmalıdır.
Yapım teknikleri ile ilgili detayları bakımından, Saray Yapı Grubu'nun
Anıtsal Girişi'nde kullanılan büyük kum taşı blokların bir bölümünün,
belki de tamamının, ahşap kenetlerle birleştirildiği anlaşılmaktadır (Şekil
12).
Orta Anadolu'da bu tür kenetlerin ilk olarak hangi tarihte kullanıldığı
kesin olarak bilinmemektedir. Ne Gordion ve Boğazköy'de ne de Urartu eserlerinde
bu tür kenetler bulunmamaktadır. Sardis'teki en erken kenet oyuğu örneklerine
Alyattes'in Mezarının bazı taş bloklarında rastlanmış olmakla birlikte,
bunların tamamen kurşunla doldurulduğu anlaşılmaktadır (Crawford Greenewalt'tan
sözlü olarak öğrenildiği üzere).
Kerkenes'te bulunan kenetlerin büyüklüğü değişmekle birlikte, bir taşın
aynı yüzünde iki oyuk bulunduğunda bile derinlik sabittir. Biçimleri güvercin
kuyruğundan çok kırlangıç kuyruğu olarak bilinen tipi çağrıştırmakta,
zaman zaman kenarları yuvarlak olabilmektedir. Genel olarak, daha geç
tarihli kurşun kenet örneklerinde olduğu gibi, bu ahşap kenetlerin içine
de demir çubuklar sabitlendiği kabul edilmekle birlikte, yanmış döküntülerin
içinde ele geçirilen iyi korunmuş çok sayıdaki demir yapı elemanı arasında
bu tür demir kenet parçalarına rastlanmamıştır. Kum taşı bloklardaki başka
oyuklar, kullanılan diğer sabitleme yöntemlerinin küp biçimli ahşap takozlardan
oluştuğuna işaret etse de, çarpma sonucu kırılan ve parçalanan kum taşı
bloklardaki oyukların gerçek biçimini tespit etmek genel olarak güçtür.
5.
Kapadokya Kapısı'nın İç Kısmında Yer Alan Kült Steli ile Basamaklı Sunak
Henüz kazısı tamamlanmayan bu beklenmedik keşif, Kerkenes'de Anadolu'ya
özgü kültlerin varlığı konusunda açık bir kanıt sunmaktadır. Sunak, kapı
iç geçidinin arka kısmında, iç kuzeydoğu kulesinin kuzeybatı duvarına
bitişiktir. Basamakların, kazı çalışmasının 2003 yılında ulaştığı derinliğin
daha altında devam ettiği izlenmektedir. Anıt, kaba yontu granit bloklardan
kötü bir işçilikle inşa edilmiş bir dizi basamağın ardından, tebeşirimsi
bir taştan yapılmış ve yangın ile yandaki kulenin çöküşü sonucu parçalanmış
son basamağın üzerinde yükselen bir stelden oluşmaktadır. Stel, bu son
basamak üzerindeki bir oyuğa sıkıca yerleştirilmiştir. Arka yüzde de benzer
bir levha bulunduğu ve bunun kapının yok oluşu sırasında, stelin arka
yüzü ile birlikte parçalandığı düşünülebilir.
6.
Karabaş'taki extramural Tapınak
Şehrin kuzey ucunun 1 km kadar daha kuzeyinde yer alan ve bir tür kült
yapısı olan Karabaş'taki büyük anıt konusundaki tartışmaları yeniden ele
almadan (Şekil 13),
Hattuša'nın da Yazılıkaya'da yer alan bir surdışı kült alanı ve tapınağı
olduğunu ve Frigya'nın çeşitli bölgelerinde farklı nitelik gösteren çok
sayıda açık hava kutsal alanı bulunduğunu hatırlatmak yerinde olur. Diğer
yandan, Karabaş'ın planının Anadolu'da bir benzeri bulunmazken, yapı köşelerinde
yer alan payandaların, ölçek açısından olmasa da kavramsal olarak Urartu
ve İran'daki küçük anıtlarla benzerlik göstermektedir.
7. Mezar Tümülüsleri
Orta Anadolu'da, tarihleri Demir Çağı'ndan Helenistik ve Roma dönemlerine
uzanan, çok sayıda ve farklı biçimlerde mezar tümülüsleri bulunmaktadır.
Fakat Kerkenes'in özellikle batı sırtlarında, bir kısmı kesinlikle ölünün
yakılması için düzenlenmiş, çok sayıda tümülüsün yoğunlaştığı bir alan
bulunmaktadır (Şekil 13).
Bu tümülüslerin tamamı değilse de çoğunun şehirle ilişkili olduğu rahatlıkla
düşünülebilirse de, bu durum şehrin tüm sakinlerinin bu biçimde gömüldüğü
anlamına gelmez. Bilindiği gibi, tümülüsler Demir Çağı Frigyası'nın Gordion
Ankara bölgesine özgü bir niteliktir.
|
|